Terörizm sorunu yarım asırdan daha fazla bir süredir Türkiye’yi meşgul eden bir güvenlik sorunu olarak ülke gündemindeki yerini korumaktadır. Türkiye; ASALA’dan PKK’ya, DEAŞ’tan FETÖ’ye kadar geniş bir yelpazede, farklı motivasyonlara sahip, çok sayıda terör örgütüyle eş zamanlı olarak mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu mücadele, ülkedeki terörizmin seyrine ve zamanın şartlarına uygun olarak dönüşüme uğramış, zaman zaman askeri kuvvet kullanımı ön plana çıkarken, bazı dönemlerde kök nedenleri ortadan kaldırmaya yönelen sosyal, ekonomik ve kültürel tedbirlere ağırlık verilmiştir. Bu makalenin temel amacı ise, 2015 yılı sonrasında Türkiye’nin terörizmle mücadelesinde yaşanan paradigma değişimi ve dönüşümünü incelemektir.
2011 yılında Suriye’de başlayan iç savaşı, Irak ve Suriye’deki terörü Türkiye’ye yaymak isteyen PKK terör örgütü, tıpkı Suriye’deki gibi Türkiye’de de “özerk bölgeler” ilan etmek istemiştir. Bu kapsamda PKK, kırsalda ürettiği terörü şehirlere kaydırmaya, şehirlere gönderdiği terör örgütü mensuplarıyla yerleşim yerlerini kontrol altına almaya, bölgede yaşayan vatandaşları daha önce vaat ettiği “halk savaşının” başladığına ikna etmeye çalışmıştır. “Kıra Dayalı Kent Merkezli Eylem Stratejisi” şeklinde isimlendirilen bu strateji çerçevesinde PKK’nın kontrol etmeye çalıştığı yerleşim yerlerinde asayişin yeniden tesis edilmesi maksadıyla başlatılan operasyonlar, Türkiye’nin terörle mücadelesinde en belirgin değişikliği de beraberinde getirmiştir.
Meskûn mahallere düzenlenen operasyonlarla birlikte görülen ilk değişim asker ve polisin müşterek hareket etmesiyle kendisini göstermiştir. 90’lı yıllarda asker ve polisin kırsalda birlikte düzenlediği operasyonlar 2015 yılı yaz aylarından itibaren ancak bu defa yerleşim yerlerinde yeniden başlamıştır. Bu süreçte terörle mücadele kapsamında yaşanan ikinci değişim ise operasyonların teknik ve taktiğine ilişkin olarak karşımıza çıkmıştır.
Yeni Stratejinin Bileşenleri
"Terör örgütlerini tehdidin kaynaklandığı bölgede, sınırlarımızın ötesinde etkisizleştirmeye yönelik kaynağında kurut stratejisi, Fırat Kalkanının ardından Zeytin Dalı, Kararlılık, Barış Pınarı, Pençe - Kaplan operasyonlarıyla devam etmiştir."
PKK terör örgütünü geliştirdiği meskûn mahal eylemlerine karşılık olarak güvenlik güçleri de sivil zayiatına neden olmamayı önceleyen bir anlayışla, yeni teknik ve taktikler geliştirmişlerdir. Operasyon alanlarının tecrit edilmesi, sivil halkın operasyon bölgelerinden tahliyesi, operasyon yapılacak bölgelerin havadan kontrolü, yerleşim yerlerinde yer unsurlarının manevrasına zırhlı araçlarla destek olma gibi çok sayıda yeni teknik ve taktiğe kısa süre içerisinde adapte olunmuş ve bu taktikler zaman içerisinde daha da geliştirilerek halkın zarar görmesi engellenmiştir. Kırsaldan şehirlere kaydırılmaya çalışılan teröre yönelik geliştirilen yeni mücadele yöntemleri sayesinde terör örgütü PKK çok sayıda örgüt mensubunu kaybetmiş, meskûn mahallere yönelik hedeflerine ulaşamamış, dahası arkasına almayı hedeflediği halk desteğini büyük oranda kaybetmiştir.
Meskûn mahallerde PKK terör örgütüne yönelik düzenlenen operasyonları içine alan 2015 – 2016 döneminin ardından, “İnsansız Hava Araçlarının” (İHA) devreye girmeye başlaması Türkiye’nin terörle mücadelesini büyük bir değişime uğratan ikinci faktör olmuştur. Türkiye’nin terörizmle mücadelesinde ilk etapta İHA’ları ardından ise “Silahlı İnsansız Hava Araçlarını” (SİHA) kullanmaya başlamasıyla “emek yoğun” bir mücadeleden “teknoloji yoğun” bir terörle mücadele yöntemine geçiş yaşanmıştır.
İHA ve SİHA’lar vasıtasıyla terörle mücadelenin yürütüldüğü alanın büyük kısmı etkin bir şekilde kontrol altına alınırken, terör örgütünün hareket alanı daraltılmıştır. Terör örgütüne ait hedefler yalnızca tespit edilmekle kalmamış aynı zamanda da ateş altına alınarak örgüt büyü bir baskı altına alınmıştır. İHA ve SİHA’ların terörle mücadeleye dâhil olmasıyla birlikte terör örgütü PKK; (i) üç – beş kişilik gruplara bölünmek zorunda kalmış; (ii) güvenlik güçlerine yaklaşamadan, uzaktan taciz türü eylemlere yönelmek zorunda kalmış; (iii) kırsalda düzenlediği eylemlerin sayısını en az seviyeye indirmiş; (iv) eleman temininde güçlükler yaşamaya başlamış; (v) hareketsiz ve eylemsizlik nedeniyle moral bozukluğu yaşamış; (vi) ikmal faaliyetlerini azaltmak zorunda kalmış; (vii) komuta kontrol sıkıntıları yaşamaya başlamış; (viii) bölgeye takviye örgüt mensubu göndermekte zorlanmıştır.
Terörizmle mücadele açısından yaşanan bir diğer strateji değişikliği ise 2016’da yaşanan FETÖ terör örgütü kalkışmasından sonraki döneme rastlamaktadır. 15 Temmuz kalkışmasının hemen ardından Türkiye, 24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan Fırat Kalkanı Harekâtıyla, başta DEAŞ olmak üzere Suriye’de mevcut terör örgütleri tarafından Türkiye’ye yönelik tehditleri, uluslararası hukuktan kaynaklanan meşru müdafaa hakkı kapsamında bertaraf etmeyi hedeflemiştir. Bu harekâtla birlikte Türkiye yeni güvenlik konseptini terörü kaynağında kurutmak şeklinde belirlemiştir. Suriye’nin kuzeyine düzenlenen bu harekât, daha önce TSK’nın Irak’ın kuzeyine düzenlediği çok sayıda harekâttan farklı olarak ele geçirilen bölgeleri kontrol altında tutmak üzerine kurulmuş, bu sayede terörden arındırılan bölgelerin yeniden terör örgütlerinin kontrolüne geçmesi de engellenmiştir.
Terör örgütlerini tehdidin kaynaklandığı bölgede, sınırlarımızın ötesinde etkisizleştirmeye yönelik kaynağında kurut stratejisi, Fırat Kalkanının ardından Zeytin Dalı, Kararlılık, Barış Pınarı, Pençe - Kaplan operasyonlarıyla devam etmiştir. Kaynağında kurut stratejisiyle hem Suriye hem de Irak topraklarından Türkiye’ye yöneltilen terör tehdidi en az seviyeye düşürülmeye çalışılmış, tehdit sınır ötesinden ülke topraklarına girmeden bertaraf edilmiştir.
Terörizmle mücadelede yaşanan değişimin temel taşlarından bir diğeri ise yine 15 Temmuz FETÖ terör örgütü kalkışma girişiminin ardından istihbarat faaliyetlerinin yürütülmesinde ve istihbarat koordinasyonunda yaşanan dönüşümdür. Milli İstihbarat Teşkilatının (MİT) operasyonel faaliyetlerini geliştirmesi, yurtdışında düzenlediği operasyonların sayısını ve sonuç alıcı niteliğini artırması bu kapsamda yaşanan en büyük dönüşümlerden birisidir. 15 Temmuz’dan sonra Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulunun (MİKK) ve Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezinin (MİKM) hayata geçirilmesi terörle mücadele eden devlet birimleri arasındaki koordinasyonu artırmıştır. İstihbarat koordinasyonun sağlanmasının ardından, “eyleme geçirilebilir” istihbarat (actionable intelligence) üretimi artmış, MİT tarafından tespit edilen hedefler MSB, İçişleri Bakanlığı ve/veya MİT’in kendi yetenekleri ile etkisiz hale getirilmeye başlanmıştır.
Bununla birlikte MİT’in terörizmle mücadele çerçevesinde, 2017 yılından itibaren Irak ve Suriye kuzeyindeki istihbarat gayretlerini artırdığı, alanda istihbarat ağını genişlettiği, analiz imkân ve kabiliyetlerini geliştirdiği, insan istihbaratı imkânlarını gözden geçirdiği de anlaşılmaktadır.
Terörizmle mücadele stratejisinin değişimi içerisinde değinilmesi gereken bir diğer husus ise başta PKK terör örgütü olmak üzere terör örgütlerinin yönetici kadrosunda yer alan şahıslara yönelik düzenlenen operasyonlardır. MİT’in yapısal değişikliklere uğraması ve terörizmle mücadeleden sorumlu devlet birimleri arasında koordinasyonun artmasının bir sonucu olarak daha fazla eyleme geçirilebilir istihbarat üretilmiş, bunun neticesinde ise terör örgütü elebaşları gerek havadan gerekse karadan gerçekleştirilen operasyonlarla etkisiz hale getirilmiştir. Terör örgütünün komuta kontrol sistemini sekteye uğratmayı amaçlayan bu operasyonlar neticesinde, örgütün terör eylemlerini planlama ve icra yetenekleri kısıtlanmıştır.
Terörizmle mücadele açısından 2016 yılından itibaren yaşanan bir diğer değişim ise terörle mücadele operasyonlarının kış aylarında da sürdürülmesi şeklinde tezahür etmiştir. Daha önceki yıllarda da kış aylarında çok sayıda operasyon düzenlenmiş olmakla birlikte, 2016 yılından itibaren operasyonlar daha düzenli bir biçimde kış aylarında da devam ettirilmiştir. Bu vasıtayla PKK’nın kış boyunca güç toplamasına, eleman ve yaşam malzemesi takviyesi yapmasına imkân verilmemiştir.
Terörizmle Mücadelede Sonraki Adım
"Terörizmle mücadelede profesyonel birlik yapısına geçiş, üs bölgelerinin kuvvetlendirilmesi, entegre sınır yönetim sisteminin hayata geçirilmesi, operasyonların kesintisiz olarak düzenlenmesi, İHA ve SİHA gibi teknolojik sistemlerin mücadeleye dahil edilmeye başlamasıyla birlikte PKK ile mücadelede önemli mesafeler kat edilmiştir."
Hiçbir devlet için yazılmış hazır bir terörizmle mücadele reçetesi mevcut değildir. Terörizmin yeşerdiği ve yerleştiği ülke, o ülkenin yönetim biçimi, terörizmin neden ortaya çıktığı, arkasına alabildiği iç ve dış destek, terör örgütünün finansal gücü, propaganda yeteneği ve sayılabilecek daha birçok faktöre göre terörizmle mücadelenin yöntemi de değişmektedir.
Bazı devletler terörizmle mücadelede sadece askeri kuvvet kullanımına ağırlık verirken, bazı ülkeler demokratik çözüm yöntemlerini kullanmaya çalışmakta, bazıları ise yöntemlerin karışımından meydana gelen bir metodu problemin ortadan kaldırılması için kullanmaktadır. Türkiye de, PKK terörizminin ilk görünür hale geldiği yıllarda askeri kuvvet kullanımı ile bu meselenin üstünden gelebileceğini düşünürken, ilerleyen yıllarda PKK terörizminin ortaya çıkış nedenleriyle mücadele dâhil olmak üzere; ekonomik, kültürel, psikolojik çok sayıda ve farklı önlemi hayata geçirerek topyekun bir terörizmle mücadele paradigmasına geçiş yapmıştır.
2015 yılının ikinci yarısından itibaren terörizmle mücadelede bir yandan askeri yöntemler kullanılırken diğer yandan PKK ile halkın arasındaki bağları koparmaya yönelik tedbirler alınmaya devam etmiştir. Terörizmle mücadelede profesyonel birlik yapısına geçiş, üs bölgelerinin kuvvetlendirilmesi, entegre sınır yönetim sisteminin hayata geçirilmesi, operasyonların kesintisiz olarak düzenlenmesi, İHA ve SİHA gibi teknolojik sistemlerin mücadeleye dahil edilmeye başlamasıyla birlikte PKK ile mücadelede önemli mesafeler kat edilmiştir.
Alınan tedbirler sonucunda; terörizmle mücadelenin devam ettiği bölgelerde alan kontrolü büyük oranda tesis edilmiş, PKK alanda hareket edemez hale gelmiş, örgüte katılımlar tarihinin en düşük seviyesine inmiş, örgüt eylem yeteneklerini kaybetmeye başlamış, PKK özellikle meskûn mahal operasyonlarının ardından gördüğü desteği de yitirmiş, proaktif bir terörizmle mücadele paradigması tesis edilmiştir.
Alınan tüm proaktif önlemler ve terörizmle mücadele kapsamında atılan başarılı adımların yanı sıra yapılmasında fayda görülen hususlara da kısaca değinmek gerekmektedir. Bu kapsamda akla gelen ilk husus, PKK terör örgütünün değişen durumlara ayak uydurabildiği, konjonktüre uygun şekilde kabuk değiştirebildiği, teknolojik gelişmeleri kullanabildiğidir.
Müteakip dönemlerde alınması gereken ilk tedbir, 12 Mart 2016 tarihinde terör örgütü elebaşlarından Duran Kalkan öncülüğünde kurulan Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH) isimli “birleşik ve bütünleşik” terör grubuna yöneliktir. Türkiye’de faaliyet gösteren sekiz ayrı örgütü tek çatı altında birleştiren HBDH, PKK’nın Türkiye içinde ve özellikle de yerleşim yerlerinde görünen yüzü haline gelmek üzeredir. Her ne kadar çoğunluğu doğru olmasa da Türkiye’de meydana gelen çoğu yangın vakasını üstlenen bu örgütün, PKK terör örgütünden aldığı eğitim; silah, teçhizat ve istihbarat desteği göz önünde bulundurularak, geleceğin “taşeron” terör örgütü adayı olduğu öngörülmektedir. Bahsedilen nedenlerle örgüt yeterli gücü kazanmadan HBDH ile etkin bir mücadele yöntemi geliştirilmelidir.
Bir diğer husus ise PKK’nın teknolojiyi kullanımına yönelik tedbirler alınmasının gerekliliğidir. Öğrenen örgütler kategorisinde değerlendirildiğinde PKK terör örgütünün gelişen yeni teknolojiden faydalanmaya çalıştığı, kullandığı teknik ve taktikleri geliştirmeye çalıştığı görülmektedir. Son dönemlerde ABD başta olmak üzere Suriye sahasındaki devletlerin verdiği destek de göz önünde bulundurulduğunda PKK’nın kapasitesini giderek artırdığı da anlaşılmaktadır. Bu maksatla terör örgütünün teknolojik kapasite gelişimi önlenmeli, yeni yetenekler kazanmasına izin verilmemeli, bu konuda istihbarat gayretleri artırılmalıdır. PKK’nın yeni kazandığı yetenekleri köreltmek üzere de gerekli tedbirler alınmalıdır.
Son husus ise DEAŞ terör örgütü ile ilgilidir. 2019 yılında DEAŞ’a yönelik operasyonlarda 1.833 kişinin gözaltına alındığı bilinmektedir. Bu rakam 2020 yılının ilk altı ayında 767 gözaltı şeklinde gerçekleşmiştir. Operasyonların düzenlendiği iller incelendiğinde ise DEAŞ operasyonlarının yaklaşık 45 ile yayıldığı görülmektedir. Her ne kadar dört yıla yakın bir süredir Türkiye’de eylem düzenleyemese de, DEAŞ’ın eylem yeteneklerini koruduğu ve ülke geneline yayılmaya çalıştığı değerlendirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında PKK ile mücadele yöntemlerinin DEAŞ’la mücadele şeklinde hayata geçirilmesinde fayda görülmektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Terörizm Analiz Platformu'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir.